15 Nisan 2014 Salı

EKOSİSTEM'E SAYGI DUYMALIYIZ,ÇÜNKÜ ONU BİZ YARATMADIK..

EKOSİSTEM BİZİM İRADEMİZ DIŞINDA GELİŞMİŞ BİR VARLIKTIR.ONA SAYGI,KENDİMİZE OLAN SAYGIMIZDIR. 


     Bu biyoçeşitlilik gezegenin tüm değişik yaşam formları ve bunun insan dahil her türe faydası var. 

Nasıl?
     Tüm Dünya gezegeni bir sistemdir ve insan türü biz sistemlerin sadece çok küçük bir parçasıyız. Dışarıda abartsısız milyonlarca tür var. Onları bilemeyebiliriz onların değerini bilmeyebiliriz ama onları korumak istiyoruz.
Doğal sisteme biyoçeşitliliğine saygı duymalıyız. Ne işe yaradıklarını bilmeyebiliriz.Onu siz yaratmadınız ne işe yaradığını bilmiyorsunuz. Kendi haline bırakın. Çünkü kim bilir belki bir gün gelecek nesiller biyoçeşitliliğin bu yönü sayesinde hayatta kalabildiklerini keşfederler. Ama madem bütün türler önemli ve pek çoğu tehlike altında çevreciler hangisini koruyacaklarına nasıl karar verecekler?
Bence bu işte sınırlı kaynaklarla ve açıkcası kritik tehtid altındaki türlerin bu kadar bol olmasıyla kaçınılmaz olarak tercihler yapmak zorundayız. Koruma için en büyük kazancı sağlayacak yatırımlar hakkında zor kararlar vermek zorundayız.Bu da demek oluyor ki hangi türlere yatırım yapacağımızı ve hangi stratejilerin en çok farkı yaratacağına dair tercih yapıyoruz.
Genel anlamda seçtiklerimiz çok sayıda tehlike altındaki türün birlikte bulunduğu yerler. Birini kurtarmakla hepsini kurtarmış oluyoruz.  
http://www.eba.gov.tr/video/izle/392697253a036c0de49499b1fd2caa647b0c9295c2001

BİZİM BOĞAZIMIZ



NOSTALJİ KÖŞESİ

Bu görüntüler insana gerçekten vay be dedirtiyor. Ben izlerken bile o zamanda yaşamanın ne kadar güzel olduğunu farkettim. O zamanda insanların kesinlikle doğaya karşı daha duyarlı oldukları düşüncesindeyim...
Canım Türkiye'min her yeri güzel ama İstanbul ayrı bir güzel...

Haliç Hepimizin O’na Sahip Çıkalım

Dünya’da “Altın Boynuz” olarak bilinen, ancak yüzyılın başından itibaren sanayi ve evsel atıklar sebebiyle adeta bir bataklık haline dönüşen ve birkaç yıl öncesine kadar kötü kokusundan yanına dahi yaklaşamadığımız Haliç’in büyük bir titizlik içinde gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde eski günlerine döndüğü hepimizin malumudur.
İstanbul metropolünün merkezinde, ülke turizminin önemli bölgelerinden biri olan Haliç’teki temizlik, bilimsel ve teknik açıdan akademik çevrelerde incelenmiş, temizliğin sadece yüzeysel değil kimyasal olarak da gerçekleştiği bilimsel raporlarla belgelenmiştir. Adım adım hayat bulan Haliç, canlı dönüşümün göstergesi balıkların üreme, hayat ve uğrak mekanı olmuştur.
Haliç’in bir daha kirlenmemesi, buradaki kolektörlerin sıhhatli bir şekilde işletilmesi atıksu girişinin tamamen engellenmesi ile mümkündür. Bütün İstanbulluların el ele vererek, Haliç’teki bu güzel gelişmelere balta vurmak isteyenleri yetkililere ihbar etmelerini, milyonlarca dolar harcanarak yeniden kazandırılan Haliç’e İstanbulluların sahip çıkmalarını istiyoruz.
http://bjksosprojesi.wordpress.com/2013/01/22/7/


YENİ YÜZÜYLE HALİÇ

Bir zamanlar yemyeşil topraklarıyla ve içerisinde yaşattığı en nadide deniz ürünleri ile Altın Boynuz olarak anılan ve 1990′lı yıllarda kötü koku ve pislik nedeniyle yanına dahi yaklaşılamayan Haliç, o eşsiz güzelliğine yeniden kavuştu.
Haliç’te canlı hayatının geliştiğine örnek olarak dil balığı, iskorpit, gelincik larvalarına bolca rastlanmaktadır. Ayrıca dünyada nesli tükenmekte olan Deniz atı Haliçte yaşamaya başlamıştır.
 http://bjksosprojesi.wordpress.com/2013/01/22/7/

HALİÇ ALTIN BOYNUZ

stanbul’umuzun Halici, bir boynuz gibi kıvrıldığı için yabancılar tarafından “Altın Boynuz” (Golden Horn) olarak ifade edilmektedir.
Altın Boynuz, güneşin Haliç’in sularından yansıdığı zaman aldığı altın sarısı rengede dayandırılmıştır...



Haliç, etrafındaki bu verimli topraklardan gelen ürünlerden balıkçılığa kadar o yörede yaşayanlara sunduğu imkanlardan tarih boyunca bolluğun ve bereketin simgesi olmuştur.
Dolayısıyla Haliç ile ilgili şehir efsanelerininde üretilmeside kaçınılmaz olmuştur.
Kimine göre Haliç’in dibi, Osmanlı’lar tarafından ele geçirilmesini istemeyen Bizanslı’ların altınlarıyla doluymuş, kimine göre, altın taşıyan birkaç Osmanlı kalyonu Haliç’te batmış ve bütün altınlar Haliç’in dibine gömülmüş.


İSTANBUL TÜRKÜSÜ


İstanbul’da, Boğaziçi’nde,
Bir garip Orhan Veli’yim;
Veli’nin oğluyum,
Tarifsiz kederler içinde. Gün Batımı ve İstanbul
Urumelihisarı’na oturmuşum,
Oturmuş da bir türkü tutturmuşum:

“İstanbul’un mermer taşları;
Başıma da konuyor, konuyor aman, martı kuşları;
Gözlerimden boşanıyor hicran yaşları;
Edalı’m,
Senin yüzünden bu halim.”
“İstanbul’un orta yeri sinema;
Garipliğim, mahzunluğum duyurmayın anama;
El konuşur, sevişirmiş, bana ne?
Sevdalı’m,
Boynuna vebalim!”

İstanbul’da, Boğaziçi’ndeyim.
Bir fakir Orhan Veli;
Veli’nin oğlu,
Tarifsiz kederler içindeyim. 

Orhan Veli KANIK

DÜNDEN BUGÜNE İSTANBUL

İstanbul Boğazı ya da antik çağdaki adıyla Bosporus için en önemli mitolojik efsane, bizzat Bosporus adıyla ilgilidir. Bu efsaneye göre Baş Tanrı olan Zeus, Argos kenti kralı Inakhosun mavi gözlü kızı Ioya aşık olur. Io ile buluşmak için, Olympos dağındaki sarayından aşağıya iner. Ancak, Zeus ne kadar çapkınsa, karısı Hera da o ölçüde kıskançtır. Bu ilişkiyi fark eder ve o da kıskançlık ateşiyle Olymposdan inerek Zeusun peşine düşer. Ancak Zeus karısının kendisini aramak üzere yeryüzüne indiğini anlar ve Ioyu ondan gizlemek için, ineğe dönüştürür. Ancak, inek o kadar güzeldir ki, Hera, ona hayran olur ve şüphelenir. Zeusdan ineği ister. Zeus, onun büsbütün şüphelenmesini engellemek için, ineği verir. Hera, ineği alır ve Argusu onun başına bekçi koyar. Argus adlı çobanın özelliği, hiç uyumamasıdır. Arkasında bile gözü vardır ve ineği arkasında iken bile görür. Çünkü kafasında çelenk gibi dizilmiş gözleri vardır. Güneş battığı zaman bu gözlerden bazılarını kapayıp, onlarla uyumaktadır. Gündüzleri ineği çayırda otlatıp, geceleri de tamamen kapalı bir ahıra koyup, kapısında nöbet bekler. Ancak Zeus, her ne kadar ineği kendi vermiş olsa da, zavallı Ionun çektiklerine dayanamaz. Oğlu ve habercisi Hermesi çağırarak ona inek haline sokmuş olduğu Ioyu kurtarması buyruğunu verir.
Hermes, yüz gözlü çoban Argusun elinden Ioyu kurtarmak için bir plan yapar. Yüz gözlü Argusu uyutmak için uyku tanrısı Hypnosdan yardım istemeyi düşünür. Hypnos, güneş ışıklarının girmediği, karanlık loş bir sarayda sessizlik içinde oturmaktadır. Yatağının üzerinde haşhaş çiçekleri bulunmaktadır. Haberci tanrı Hermes, ayağına tezdir, hızla ve sessizce saraydan içeri süzülerek, Hypnosdan çiçeklerden vermesini ister. Hypnos, müthiş devleri bile uyutmaya yeteceğini söyleyerek, çiçeklerden bir avuç verir. Hermes, sevinçle saraydan çıkar ve ayaklarına kanatlarını takarak hızla Argusun yakınlarına gelir, burada çoban kılığına girerek koyunlarını otlatmaya başlar. Argusun yanına yaklaştığında ise haşhaş çiçeklerini kavalına doldurarak ona doğru üflemeye başlar. Argus, kaval sesi ve kokunun etkisiyle uyur.
Io korkunç bekçi Argusdan kurtulur kurtulmasına ama, Hera yine de onun peşini bırakmaz. İneğe büyük bir sinek musallat eder ve sinek Ioyu sürekli ısırır. Canı yanan hayvan da can havliyle kaçar. Önce Yunanistanın batı kısmında bulunan denize doğru koşar, bu denize verilen Ion denizi adı işte buradan gelir. Daha sonra Trakyaya geçer. Bosporus dan Asyaya atlar. Bosporus adını buradan alır ki sığır geçidi demektir.
Ioya ne olduğunu sorarsanız, Anadolu yaylalarında durmadan koşar, Finikeye varır. Buradan Mısıra geçer. Zeus, Ioyu Nil Nehri kıyılarında yakalar, burada ona musallat olan sineği yok ederek onu yeniden mavi gözlü bir kıza yani eski haline dönüştürür.
Mitolojik öykü burada da bitmez; Ionun Keroessa adlı bir kız çocuğu olur. Keroessanın oğlu olan Megarakı Byzas, daha sonra şehri kurduğunda Haliçe annesinin adından esinlenerek Keroessa yani Altın Boynuz adını koyar.


Read more http://epochtimestr.com/index.php/bosporus-efsanesi-istanbul-bogazi

HALİÇ'TEKİ KİRLİLİK (ŞİİR)

         HALİÇ'TEKİ KİRLİLİK
Ne olacak Dünya'nın sonu böyle,
Biz her şeyi tüketip zarar verdikçe?
İzmaritler, çöpler, pislikler,
Haliç'te, Boğaz'da yüzdükçe...

İnsan bilinçli olmalı bir kere,
En azından bu kirlilikler akıllarına geldikçe,
Atmalı mı çöpleri sizce
Boğaz'a, Haliç'e?

Kullandık fosil yakıtları
Attık denize,
Balıkların nesilleri gidiyor
Yok olmaya, tükenmeye.

Atarsak gemilerdeki yakıtları
Boğaz'a, Haliç'e,
Hastalıklı canlılar gelişir
Boğaz'da, Haliç'te.

Değerleri bundan ibaretti canlıların,
Bizim Dünya'mızda sadece bu kadar.
Korumalıyız onları, zarar vermemeliyiz onlara,
Döngü de bozulmamalı böylece...

–SÜMEYRA ÇALIŞKAN

ASLINDA İÇ YÜZÜ BAŞKA




 Böyle bir manzaranın bu hale gelmesi sizce de üzücü değil mi? Dışarıdan bakılınca muhteşemmiş gibi görünen Haliç, aslında hiçte göründüğü gibi değil... Artık birinin buna "DUR!" demesi gerekiyor..!

–SÜMEYRA ÇALIŞKAN

13 Nisan 2014 Pazar

KENDİ GİTTİ KÖYÜ KALDI BAHTİYAR !

USKUMRU KÖYÜ


                                                        –İLAYDA KİLECİ

BÖYLE BİR GÜZELLİKTEN BİTANE DAHA YOK !!!



HAMSİNİN GÖZÜYLE İSTANBUL BOĞAZINDA Kİ KİRLİLİK


BOĞAZI KİRLETEN GEMİLERE CEZALAR YAĞIYOR


BUNLARI BİLİYOR MUYDUNUZ?

->Ülkemizdeki hayvan türü sayısının, tüm Avrupa Kıtası’nda yaşayan hayvanların 1,5 katı olduğunu,
->Endemik bitki tür sayısının Anadolu'da 3000 iken Avrupa'da 2500 civarında olduğunu,
->Son yüzyılda dünyada 30 bin bitki türünün yok olduğunu,
->Hayvan ve bitki türlerinden günde 3 canlı türünün neslinin tükendiğini,
->Dünya yüzeyinin % 6’sının çölleşmiş, % 29'unun da çölleşmekte olduğunu,
->Büyük bir kayın ağacının 72 kişinin günlük oksijen ihtiyacını karşıladığını biliyor muydunuz?

11 Nisan 2014 Cuma

Deniz Liman Şube Müdürlüğü Sualtı Grup Amirliği'ne bağlı dalgıç polisler, Üsküdar'da denizin dibinden çöp çıkardı.

Üsküdar sahilinde yapılan çalışma öncesi gazetecilere çalışma hakkında bilgi veren Sualtı Grup Amiri Hüseyin Yücel Turan, Deniz Liman Şube Müdürlüğü Sualtı Grup Amirliği olarak, toplumda bilinç uyandırmak, denizleri korumak ve muhafaza etmek, insanlara temizlik duygusu aşılamak amacıyla bu çalışmayı yaptıklarını söyledi.
Faaliyetin konusunun denizlerde meydana gelen kirliliğin önüne geçmek olduğunu dile getiren Turan, çalışmanın insanlarda denizlere karşı biraz daha bilinç uyandırmak maksadıyla yapıldığını anlattı.
DENİZDE
Turan, çalışmada, Sualtı Grup Amirliğine bağlı 10 tane dalgıç polisin 2 saat süreyle denizin dibinde temizlik yapacağını belirterek, ''Bu iki saatlik zaman içinde göreceksiniz ki, bulunduğumuz konumda suyun altında bebek arabasından, tabelalara, alaturka, alafranga tuvalet taşlarına kadar, lastik tekerleklere kadar bir çok kirlilik mevcut. Bunlar insanlar tarafından atılmış kirlilikler. Çalışmada inilecek derinlik 15 metre. 15 metreden sonrası denizin dip florası. 15 metreden kıyıya doğru pislik yoğunlaşmış durumda...'' dedi.
Üsküdar sahilinde çalışma yapılan yerin İstanbul'un çok küçük bir noktası olduğunu vurgulayan Turan, ''Bir Kalamış Marina'ya, Su Adası tarafına ya da Haydarpaşa istikametine doğru gidildiğinde burada da şişeler, camlar, tabaklar, bardaklar gibi insanlardan kaynaklanan bir çok pislik var'' diye konuştu. Turan, bu deniz temizliğinin periyodik olarak bir program doğrultusunda kayda alındığını ve İstanbul'un değişik noktalarında da yapılacağını belirtti.
Açıklamanın ardından dalgıç polisler kıyafetlerini giyerek suya daldı. Polisler, topladıkları çöpleri denizin dibine indirilen demir bir kafesin içine doldurdu. Kafes, kıyıda bulunan bir teknedeki vinç yardımıyla teknenin içine alındı.
İstanbul Büyükşehir Belediyesi deniz hizmetlerine ait atık temizleme teknelerinin de destek verdiği çalışmada, denizin dibinden, bebek arabası, çok sayıda araç lastiği, klozet, gemi halatı, muska, akü, demir boru, cam şişe, metal raflar gibi eşyalar çıktı.

10 Nisan 2014 Perşembe




Bitmiş piller, hem sizin hem canlıların katiliyse…
Çoğumuz, çöpe attığı pillerin içindeki kimyasal maddelerin toprağa ve suya karışarak insanlara, özellikle doğadaki canlılara zarar verdiğini hatta zehir olarak geri döndüğünü hiç düşünmüyoruz. Bitmiş pilin içinde cıva, kurşun, lityum, mangan, nikel, kobalt, kadmiyum gibi kimyasal maddeler olduğunu unutmamalıyız. Bu kimyasal maddeler attığımız pille birlikte önce toprağa, ardından yer altı sularına karışıyor. Küçük bir kalem pil, dört metrekare toprağı kirletip, bu toprakta üretim yapılamaz hale getiriyor. Suya karışan metaller ise suyun ekosisteminde büyük bir karışıklık meydana getiriyor. Elbette bitmiş ve çevreye atılmış pil, sadece su ve toprağa zarar vermiyor. Bu kimyasal maddeler, topraktan beslenen hayvanlara, suya ve direkt olarak insanlara geçiyor ve çeşitli hastalıklara sebep oluyor. Dolayısıyla pilleri dönüşüm kutularına atmak şart.

        Kaynakça:http://www.zaman.com.tr/mobile_detailHeadline.action?newsId=2209006



Naylon poşet, yüzbinlerce deniz canlısını öldürüyor
Dünyada hemen hemen her deniz kuşunun midesinde plastik atık bulunduğunu biliyor muydunuz? Düşüncesizce çevremize bıraktığımız poşetler sadece çevreyi kirletmiyor, hayvanların yaşamını da etkiliyor. Naylon poşet, hayvanların boğazını tıkayıp boğularak ölmesine neden oluyor. Bazı deniz hayvanlarına ise yiyecek gibi görünüyor. Kimi balinalarda yapılan otopsiler, midelerinin polietilen poşetlerle dolu olduğunu gösteriyor. Dünya Doğa Vakfı’nın araştırmasına göre naylon poşetlerden dolayı her yıl yüz binin üzerinde balina, fok, su kaplumbağası ve kuş ölüyor. Karada ise inekler, keçiler ve diğer hayvanlar yem ararken genellikle plastik parçaları yiyerek hastalanıp, ölebiliyor.

Kaynakça:http://www.zaman.com.tr/mobile_detailHeadline.action?newsId=2209006


Denize atılan çöpler, martıların midesinden çıkınca
Tatil beldelerinde, sahil kenarında yediğimiz yiyeceklerin çöpünü denize atmayı âdet haline getirmiş bir milletiz. Oysa, sahilden 2 bin kilometre uzakta okyanus ortasındaki canlılara dair elde edilen görüntüler doğayı nasıl katlettiğimizi gösteriyor. Martılar çoğunlukla plastik çöpleri yedikleri için zehirleniyor. Mideleri bunu sindiremediği için plastik maddeler martılara sürekli bir tokluk hissi vererek açlıktan ölmelerine sebep oluyor.  Bazen de toksin zehirlenmesi yaşayarak yaz ve sonbahar aylarında kafalarını oynatamayacak duruma geliyor. Petrole bulanmış martılar ise kurtarılamıyor. Boğaz’ın kıyılarında  özellikle Sarıyer bölgesinde bu martılar görülüyor. Boğaz’da atılan havai fişekler yüzünden de yanık bacaklı, kanadı kopmuş martıların sayısı hayli fazla. Martılarla ilgilenen kişi, ambulans ve bakım evi olmadığı için can çekişerek ölüyorlar. 

Çöpü, çöpe atmaktan aciz olanlar var



                                                                               Kaynakça:http://www.zaman.com.tr/mobile_detailHeadline.action?newsId=2209006